Mahmut Çetin yazdı: TOPAL KÖPEĞİ VURDULAR
yakında
Ankara’nın son Ankara Kedisi Maviş’in
12 Mart 1971 anıları
EPİK ROMAN
MAHMUT ÇETİN
BİYOGRAFİ NET
Ankara 2021
Milletlerarası Neşriyat Numarası-ISBN
978-975-8204-40-3
Ebat: 13,5×19,5
Sayfa: 326
Ankara’nın son Ankara kedisi Maviş mışıl mışıl uyuyordu… Balgat’ta Gavurların Orda, hareketlilik vardı ve ODTÜ tarafından silah sesleri geliyordu. ODTÜ Rektörü Erdal İnönü, üniversitelerin özerkliği konusunda hükümeti suçluyordu. Örgütçüler durmadan tünel kazıyordu. Yakında hapisten kaçacaklardı. Onların hapisten kaçmasına, Krizmet Konseyi karar vermişti.
Krizmet Konseyi, Türkiye’nin darülharp olmasını emretti… Mele’den fetva aldılar. Mele İtalya’nın darülislam, Türkiye’nin darülharp olduğunu söylüyordu. Partinin İstihbarat Başkanı Damat Müntehil, Vehhabi Salih’in adamıydı. Vehhabi Salih, Rabıta kitaplarını çevirtiyor, çevirtiyor, çevirtiyordu.
Milli Mücadele gazisi Bican Çavuş, umudunu hiç kaybetmeden öldü. Bu sırada Kutalmış Öğretmen, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’la görüştü. Sunay, Ankara haritasını göstererek sordu;
– Ankara’yı nereye kadar savunabilirsiniz?
Topal Köpek ve Maviş olaylara karışmadan Durmuş ile Kutalmış Öğretmen’i destekliyordu. Baraj altında kalan köyden sadece mezarlar taşındı. Bacağı kurtlanan Topal Köpeğin tedavisiyle Veteriner Muhsin ilgileniyordu. Krizmet Konseyi karar aldı; Topal Köpeği vurdular.
Bican Çavuş ve Topal Köpeği kaybeden Ankara’nın son Ankara kedisi Maviş kimseyi dinlemiyor, şehrin üstüne yürüyordu. Krizmet Konseyi, Maviş’in arabaların gece üstüne yürümesi üzerine üst derece alarm verdi. Özel güvenlikçilerin aciz kaldığı bu noktada, devreye lejyonerler girdi. Sıkılan kurşunlara rağmen, Maviş kurşunların üstüne yürüyordu…
Maviş’e kurşun işlemiyordu.
İşte o gün bugündür, Ankara’nın son Ankara kedisi Maviş’in ruhu, Ankara sokaklarında dolaşmaktadır.
araştırmacı, yazar
www.genel yönetmeni
1 Ocak 1963 tarihinde Ankara’da doğdu. Reşat Bey İlkokulu, Sokullu Mehmet Paşa Ortaokulu, Atatürk Lisesi ve Adapazarı Akyazı Lisesi’nde okudu.
Erzurum A.Ü. Fen ve Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1986). Mezuniyet tezi Yahya Kemal’in Eski Şiirin Rüzgarıyla adlı eserinin indeks-sözlük’ü.
TRT Yardımcı Prodüktörlük Kursu’na katıldı. Tuzla Piyade Okulu’nu bitirdi. Aydın’ın Söke ilçesinde yedeksubay olarak askerlik yaptı.
1989 yılında İstanbul’a geldi. Çeşitli gazete, dergi ve televizyon kuruluşlarında çalıştı. TGRT’de Portreler ve TV5’te Kitabiyat programlarını yaptı.
1996 yılında Edille Yayınları’nı kurdu. 2000 yılında www.internet sitesinin yayınını başlattı. Aynı yıl, yayınevi ismini Biyografi Net olarak değiştirdi. Yazdığı kitaplar içinde Boğaz’daki Aşiret kitabı öne çıktı. Boğaz’daki Aşiret, sosyolojik bir terim haline geldi.
1995 yılında Beyan ve 2003 yılında Biyografi Analiz dergilerini çıkardı. Nilüfer Edebiyat, Yeni Hafta, Kültür Dünyası, Tarih ve Düşünce, Platform, Yarın, Türk Yurdu ve Biyografi Analiz dergilerinde yazdı.
Uluslararası Eminönü Sempozyumu, Uluslararası Göç Sempozyumu ve 2010 Kültür Başkenti Ajansı’nda danışmanlık yaptı.
Şehir kültürü üstüne araştırmalar yaptı. Dersaadet Sözlüğü kitabını yazdı. Biyografi Kitabı ile İLESAM 2011 Yılı Biyografi Ödülü’nü kazandı.
www.ve www.biyografianaliz.net internet siteleriyle biyografi merkezli bir yayıncılık yapıyor. Kitap ve internet yayıncılığını sürdürüyor.
Halen Biyografi Net Yayıncılık’ın editörlüğünü yapıyor. Gülay Kezban Çetin ile evli. Mustafa Çağrı Çetin ve Fatmagül Selcen Çetin’in babası.
ESERLERİ:
1.Boğaz’daki Aşiret
2.İslam Sanatı’nın Yeniden Teşekkülü
3.Aydın Yabancılaşması
4.Hünkar Hacı Bektaş Veli (roman)
5.Bebek ile Mücahit (destan-şiir)
6.Hırka (roman)
7.Radyo İçin Üç Oyun
8.Perinçek ve Aydınlık Hareketi
9.X İlişkiler
10.Kart Kurt Sesleri
11.Teyze ile Prenses
12.Çalıntı Polemikleri
13.Genetik İhanet
14.Çinli Hoca’nın Torunu Ecevit
15.Dersaadet Sözlüğü
16.Biyografi Kitabı
17.Bir Neslin Öncüleri
18.İslam Sanatı’nın Özellikleri
19.Sicil Defteri
ESER-AYRINTI
Boğaz’daki Aşiret
Mahmut Çetin
Biyografi Net Yayınları
“Boğaz’daki Aşiret” başlığı ister istemez “Boğaz Neresi” ve “Aşiret Kim” sorularını akla getiriyor. Evet Boğaz, bildiğimiz Boğaziçi. Genelde kırsal kesimle alakalı bir kavram olan aşiret kelimesi ise Boğaziçi”nde bir kast oluşturan büyükçe bir ailenin tarihini anlatırken hassaten seçildi. Bir sülale tarihi diyebileceğimiz Boğaz’daki Aşiret yer yer Türk Solu tarihi, yer yer de Batılılaşma Tarihi’nin belirli dönemlerini resmediyor. Aileler arasında evliliklerle kurulan bağların, sanata, ticarete, eğitime, bürokrasiye ve giderek bir yabancılaşma zihniyeti şeklinde hayata nasıl yansıdığı eserdeki ipuçları yardımıyla daha iyi görülecektir zannediyoruz.
Boğaz’daki Aşiret, dört büyük ailenin birbirleriyle irtibatından oluşur. Eser bu sebeple dört bölüm olmuştur. Aile büyüklerinin asıl isimleri seçilerek de Konstantin’in Çocukarı, Detrois’in Çocukları, Sotori’nin Çocukları, Topal Osman Paşa – Namık Kemal kanadı bölümleri ortaya çıktı. Boğaz’daki Aşiret! şenlikli bir kitap. Ali Fuat Cebesoy’dan Nazım Hikmet’e, Oktay Rifat’tan Refik Erduran’a, Rasih Nuri İleri’den Ali Ekrem Bolayır’a, Zeki Baştımar’dan Sabahattin Ali’ye, Numan Menemencioğlu’ndan Abidin Dino’ya uzanan ilginç akrabalık zinciri.
Polonez, Hırvat, Alman, Macar ve Rum kökenli meşhurların, yerlilerle evliliklerinden oluşan “Boğaz’daki Aşiret”in, batılılaşma tarihinde oynadığı roller… Kimlerin kimlikleri, Çıldırtan çizelgelerle soyağaçları. Ve dipnotlar! Onlar hiç bu kadar sevimli olmamışlardır.
Mahmut Çetin
HAKKINDA YAZILANLAR
Mahmut Çetin Hakkında Yazılanlar
HAKKINDA YAZILANLAR
Modern şehrin aşireti
YASİN YAĞCI
Aksiyon
Doğu ve özellikle Güneydoğu Anadolu’nun kendine has özellikleri vardır. Ekonomilerinin büyük oranda tarıma endekslenmiş olması, insanlarının içine kapanıklığı, işsizlik sorununun had safhada bulunması gibi. Aslında bu ayrıntılara Anadolu’nun her bölgesinde rastlamak mümkündür. Aşiret yapısının ise yalnızca bu bölgelere has bir tarihsel alışkanlık olduğunu bilirdik. Meğerse son Susurluk olaylarıyla birlikte gündeme epey damgasını vuran Anadolu’nun doğusunun kendine has bu özelliğine Türkiye’nin batısında da rastlamak mümkünmüş. Mesela Marmara Bölgesi’nde, daha özelinde İstanbul’da, daha da özelinde Boğaziçi’nde.. Evet, Boğaziçi ve aşiret, birbirine çok uzak gibi duran bu iki kavram aslında gerek anlam gerekse toplumsal yapılanış itibariyle göründükleri kadar uzak değil birbirlerinden. Mahmut Çetin yeni yayınlanan “Boğaz’daki Aşiret” kitabında bunu gözler önüne seriyor. Boğazdan kasıt İstanbul Boğazı. Aşiretten kasıt ise kökenleri Osmanlının son dönemlerine değin uzanıp Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze dek varlığını sürdüren ve devamlı bir güç odağı olmuş bir aile. Boğaziçi’nde “kast” oluşturan büyükçe bir ailenin tarihi anlatılıyor kitapta. Bir sülale tarihi diyebileceğimiz “Boğaz’daki Aşiret” yer yer Türk solunun, yer yer de Batılılaşma tarihinin belirli dönemlerini dile getiriyor. Aile içi evlilikler ile kurulan bağların sanattan ticarete, eğitimden bürokrasiye değin hayatın her alanına nasıl yansıdığı gözler önüne seriliyor. Ali Fuat Cebesoy’dan, Nazım Hikmet’e, Rasih Nuri İleri’den Ali Ekrem Bolayır’a, Zeki Baştımar’dan Turgut Sunalp’e, Memet Fuat’tan Sabahattin Ali’ye, Numan Menemencioğlu’ndan Abidin Dino’ya uzanan ilginç akrabalık ilişkileri ve bu ilişkilerin günümüze değin uzanan etkilerinin araştırıldığı/incelendiği kitap tarihi bir belge niteliğinde.
Zihniyet değişmeleri
Dört büyük ailenin birbirleriyle irtibatlarını ele alan ve bu ailelerin ilk büyüklerinin asıl isimleri ile birlikte dört bölüm halinde hazırlanan kitap akrabalık ilişkilerinin günümüze değin uzantısını ortaya koyarken bu ilişkilerin sosyal statü sağlamadaki etkilerini de irdeliyor. Sosyologlar tarafından kan ya da akrabalık bağlarıyla birbirlerine kenetlenen, göçebe ya da yarı göçebe olarak tanımlanan ve Doğuya ait bir yapılanış olarak yıllarca söylenegelen aşiretler ile modern kent görünümüyle özdeşleşmiş Boğaziçi’ni biraraya getirip onu kitabına isim yapan Mahmut Çetin asıl amacının ne aşiretvari bir yapılanmayı eleştirmek ne de buralara bağlı insanları yargılamak olduğunu belirtiyor. Boğaziçi’nde aşiretvari ilişkilerin olmasını yadırgadığını belirten Çetin sözlerine şöyle devam ediyor: “Bizim Boğaziçi kitabımızda bir ünlemimiz var. Niye ünlem? İstanbul Boğaziçi’nde aşiret ilişkilerinin olmaması lazım. Tam tersi bireyin ve insani faaliyetlerin öne çıktığı bir ilişki beklenir buradan. Fakat biz bunu göremiyoruz. Güneydoğuda görülen tabii akrabalık ilişkilerinin burada zümre davranışı şeklinde öne çıktığını gözlemlemekteyiz. Bir kısım insanlar bu çerçevede belli sonuçlara gidiyorlar. Ve bunu bir zihniyet çerçevesinde yapıyorlar. Onun için ben kitabımı Boğaz’daki sülale, veya Boğaz’daki aile gibi adlandırmalar yerine Boğaz’daki Aşiret diye adlandırma gereği duydum.”
Boğaz’daki Aşiret Türk aristokrasisi içinde bir sülalenin tarihi gibi. Ailenin dört kolu var; Konstanty, Deotris, Sotori ve Siyavuş ile çocukları. Bu aileler çeşitli evlilikler ile birbirleriyle akraba olmuşlar. Eser aile bireylerinin akrabalık bağlarını kullanarak sanat, siyaset, ticaret alanlarına ilişkin yansımalarını ele alıyor. İsimlerinden de anlaşılacağı gibi Boğaz’daki aşiret azınlıklardan oluşmuş; Polonez, Alman, Rum, Macar ve Hırvat milletlerinden. Yerliler ise daha sonraları yapılan evlilikler ile bu aileye katılmışlar. Çalışmasını gerçekleştirirken kesinlikle bu insanların kökenlerini ifşa etmek gibi bir çaba içerisinde olmadığını belirten Mahmut Çetin böylesi ilişkilerin doğurduğu zihniyet değişikliklerini gözler önüne sermek amacını güttüğünü belirtiyor: “Benim bu eserde söylemek istemediğim en son şeylerden birisi ilişkileriydi. Şunun altını kesinlikle çizmek istiyorum: Ben kafatasçıların sonuncusu olarak anılmak istemiyorum. Benim itiraz ettiğim nokta bu insanların kökenleri değil, zihniyetleri. Müslüman oldum deyip de kendisi, çocukları ve torunları bu millete ve bu milletin değerlerine savaş açıyorlarsa benim itiraz etme hakkım doğuyor.”
Ülkemizde alışılmamış bir tür
Soy tarihi ile ilgili çalışmalar Türkiye’de ender rastlanan bir alan. Bu alanın kendine has zorlukları da yok değil. Onca eser karıştırmak, birçok isim tespit etmek ve bu isimler arasındaki bağlantıyı sağlamak kolay olmasa gerek. Boğaz’daki Aşiret’i hazırlarken çok zorlandığını dile getiren Çetin; böylesi bir çalışmanın zevkli yanlarının da olduğunu belirterek şöyle devam ediyor: “Türkler soy asabiyeti taşımayan bir millet olduğundan bu yönde çalışmalar sınırlı. Benim bu çalışmam çok uzun süreli bir çalışma oldu. Yaklaşık on yılımı verdim. Akademik araştırma metodunu kullanmakla birlikte metinde popüler gazetecilik uslubunu da denedim. Kitaptaki bağlaçlar bir nevi işin püf noktaları. Bu bağlaçlar aileler arasındaki bağlantıları belirtiyor.”
Kitapta rastlanan başka önemli bir nokta ise bu aileye mensup hemen hemen tüm bireylerin birer muhalefet psikolojisi ile donatılmış olmaları. İtihat Terakki’den Jön Türkler’e kadar birçok önemli şahsiyet ve Cumhuriyet dönemi sol muhalefetin beyin takımı hep bu aileden. Bu durumu bir nevi egonun tatmini şeklinde tarif eden Çetin, benim itirazım buna değil diyor: “İnsanın ailesinin bağlarından yararlanıp bir yerlere gelmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ama bu; insanların önünü kapatacak nitelikte ise o zaman iş değişir. Mesela İstiklal Marşı’nın beste yarışması yapılıyor. Yarışmayı daha önce Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi kazanıyor. Yarışma kurulunda ise Çağatay’ın kardeşi var. Sonradan bu durum basına yansıyınca yarışma iptal ediliyor ve bir başkası kazanıyor. Bir örnek sadece, ama güzel bir örnek.”
Türkiye’de elli kadar ailenin gündemi belirleyen merkezleri etkiledikleri, bu ailelerin siyaset, sanat, finans ve toplumsal alanlarda hep söz sahibi oldukları söylenir. Bunun açık delileri yoksa bile bir iddia olarak ortalıkta dolaşır. Boğaz’daki Aşiret’in de sözkonusu aileler arasında olduğunu ve bu aileye mensup kişilerin günümüzde de ailelerinin nüfuzundan faydalanarak kendilerine mevki makam edindiklerini dile getiriyor Mahmut Çetin. Ama kitabında sözkonusu ailenin günümüzde yaşayan bireylerini göremiyoruz, Çetin buna yer vermeyişini şöyle açıklıyor: “Eğer günümüzde yaşayanlara da yer verseydim yaptığım bir nevi paparazzilik olacaktı. Bu demek değil ki günümüzde etkileri yok. Şu basit örnek her şeyi anlatmakta. Mehmet Fuat, Nazım Hikmet’in üvey oğlu. Mehmet Fuat bir eleştirmen. Solda edebiyat bağlamında yeni bir ismin çıkması üç beş kişinin icazet vermesine bağlı. Mehmet Fuat bu icazet verenlerden bir tanesi. Bugün onlarca yazar ondan icazet alarak çıkmıştır.”
ESER-AYRINTI
ÇALINTI POLEMİKLERİ
Mahmut Çetin
Yazıgen
Kim çalmış, kimden çalmış, nasıl çalmış, neden çalmış, niçin çalmış?…
Kültür ve sanatta daha önceki eserlerden esinlenme, tabii bir durumdur. Esinlenmenin nerede başlayıp nerede bittiği ise henüz sonuçlanmamış bir tartışma…
“Çalıntı bir bakıma, cinayete benzer. Zor olan cinayeti gerçekleştirmekten çok onun izlerini yok etmektir.” Sigmund Freud
“Edebiyat hırsızlıktır.” James Atlas
“Çok iyi söyleyemediğim bir şeyi, başkalarına söyletirim.” Montaigne
“Öykünme eylemi, gerçeklikten yoksunluk anlamına gelmez.” Milan Kundera
“İyi ressamlar kopyalar, büyük ressamlar çalar.” Picasso
ESER-AYRINTI
Teyze ile Prenses
Araştırmacı-yazar Mahmut Çetin’in yazdığı Teyze ile Prenses kitabı Biyografi Net Yayınları tarafından neşredildi.
Daha önce Boğaz’daki Aşiret, X İlişkiler, Perinçek ve Aydınlık Hareketi ve Kart Kurt Sesleri gibi eserlere imza atan Mahmut Çetin, son kitabı Teyze ile Prenses’i eğlenceli bir eser olarak sunuyor. Kitapta Sultan Vahdettin ile Bülent Ecevit’in, Rahşan Ecevit’le Atatürk’ün sosyal doku beraberliğine şahit oluyoruz. Doğrudan bir akrabalık ilişkisi olmasa da birbirine zıt kişilikler olarak düşündüğümüz bu ünlülerin birbiriyle dolaylı şekilde irtibatı okuyucuya hoşça vakit geçirtecek gibi görünüyor. Kitaptaki olaylar, Sultan Vahdettin’in kızı Prenses Ulviye ile Bülent Ecevit’in teyzesi Ferhande Okday etrafında gelişiyor.
Teyze ile Prenses bağlantı örgüsü
Teyze; Bülent Ecevit’in annesi Nazlı Ecevit’in büyük teyzesi Ferhande Okday.
Prenses; Sultan Vahdettin’in kızı Prenses Ulviye.
* Son sadrazam Tevfik Paşa’nın oğlu İsmail Hakkı Okday’ın birinci eşi Prenses Ulviye, ikinci eşi Nazlı Ecevit’in annesinin teyzesi Ferhande Hanım. Yani Bülent Ecevit; Sultan Vahdettin’in üvey kuzeni.
* Refik Halid Karay, Bülent Ecevit, Engin Noyan… Üç farklı kuşaktan üç meşhur insan. Bu üç kişinin bağlantıları şöyle: Engin Noyan’ın annesinin dedesi Niyazi Halid, Refik Halid’in ağabeyi. Refik Halid’in teyzesi İsmet Hanım, Bülent Ecevit’in babaannesi.
* Rahşan Ecevit ile Aydın Boysan kuzen. Boysan Ailesi’nden Mecdi Boysan, Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan’ın kocası.
* İsmail Hakkı Okday’ın kardeşi Şefik Okday’ın torunu Aylin Okday, Alp Yalman’ın yeğeni Ahmet Yalman’la evlenir.
* İsmail Hakkı Okday’dan boşanan (Sultan Vahdettin’in kızı) Prenses Ulviye, Ali Haydar Germiyanoğlu ile ikinci evliliğini yapar.
* Ali Haydar Germiyanoğlu’nun ikiz kardeşi Celalettin Germiyanoğlu’dur. Manken Billur Kalkavan, Celalettin Germiyanoğlu’nun torunu.
ESER-AYRINTI
X İlişkiler
Mahmut Çetin
EDİLLE YAYINLARI, 302 sayfa, 1. hamur
Toplumları ayakta tutan şey, değer yargılarıdır. Bu torağın insanlarıyla hiç bir kültürel bağı olmayan bir küçük mutlu azınlık, değer yargılarımızı tahrip ederek toplumumuzun geleceğiyle oynamaktadır. Mutlu azınlık; sahne, sinema ve gece hayatına yansıttığı ilişkileriyle topluma yanlış örnek modeller empoze etmektedir. Bu çalışma, mevcut durumun ne mutlu azınlık fertlerine ne de yanlış değerler empoze edilen millet bütününe mutluluk vermediğini gösteriyor. X İlişkiler; toplumun her kesimi için genel bir değerlendirme ve arınmanın zorunluğunu işaret ederken, Türk aydınını da birlikte yaşamacı, yarınları kavrayan model projeler üretmeye davet etmektedir.
ESER-AYRINTI
İslam Sanatının Yeniden Teşekkülü
Mahmut Çetin
ADIM YAYINLARI, 264 sayfa, 3. hamur
Bugün bütün sanat faaliyetlerinde gözümüze çarpan sunilik, asr-ı saadet sanatında görülmez. Orada tabii bir haldir san’at faaliyeti, hayattan bir parçadır. Çünkü sanat fonksiyoneldir. Doğu İslam toplumunun temel kabülleri nasıl batı hıristiyan toplumundan farklıysa, iki toplumun sanat eserleri arasında da bu fark görülür. Batı sanatının temel prensibi, benzetmedir. İslam sanatının farkıysaa, eşya ve hadiseyi yansıtma metoduyla yorumlamasıdır.
ESER-AYRINTI
Hünkar
(Hacı Bektaş Veli)
Mahmut Çetin
Biyografi Net Yayınları
O anda Abdal Musa’nın aklına Horasan’dan Anadolu’ya gelirken düşündüğü hayal geldi. Abdal Musa’nın gözünde Anadolu sabah demekti. Güneş’in doğumu demekti. Ve dahi çimenlerin üstüne çiğ düşmüş demekti. Çiğ ve güneş Anadolu demekti. Dalgın, nereden aklıma gelir bilmem diyerek, zikrine devam etti. Lailahe illallah, Lailahe illallah, Lailahe illallah..
ESER-AYRINTI
Perinçek Ve Aydınlık Hareketi
Mahmut Çetin
EDİLLE YAYINLARI, 222 sayfa, 3. hamur
Aydınlık Hareketi Ve Perinçek adlı bu çalışma, siyasi faaliyetlerden çok polemikleriyle gündemde olan bir siyasi çizgiyi, tarihi akışı içinde ele alan bir araştırmadır. Gerek Perinçek gerekse temsil ettiği siyasi hareket için bu güne kadar pek çok söz söylenmiş olması, onu ve hareketini böylesine bilinenler dışında bir tahlilden uzak tutamazdı. Bu sebeple eser, Aydınlık Hareketi hakkında nihai hükmü verecek olan kamu vicdanının bilgilendirilmesi bakımından önemli bir görevi yerine getireceği kanaatindeyiz.
ESER-AYRINTI
Bebek İle Mücahit
Mahmut Çetin
EDİLLE YAYINLARI, 64 sayfa, 3. hamur
Yayın tarihi 1994 64 sayfa 3. Hamur 13.50×19.00 cm karton kapak
konu: Edebiyat/Şiir (Yerli)
ESER-AYRINTI
Radyo İçin Üç Oyun
Mahmut Çetin
EDİLLE YAYINLARI, 130 sayfa, 3. hamur
Radyo oyunu, özel radyoların ihmal ettiğii bir alan.Biz TGRT FM olarak, radyo oyunları yayınlıyoruz ve dinleyicilerimizden olumlu tepkiler alıyoruz. Radyo oyunlarının kitap halinde yayınlanmasının da ayrı bir hizmet olacağına inanıyorum. İlhan Apak TGRT FM Genel Müdürü Mahmut Çetin’in bu kitabında, milli kültürümüzün temel isimlerinden Kab bin Züheyr, Şeyh Ali Semerkandi ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin örnek hayatları radyo oyunu tarzında işlenmiş. Daha önce seslendirilen ve filmi çekilen bu eserlerin yayınlanması, ülkemizde yeni teşekkül etmekte olan radyo literatürüne de olumlu katkılar sağlayacaktır. Zeki Anıt Radyo Nokta Genel Müdürü
ESER-AYRINTI
Hırka (Hırka-i Saadet’in-Kab Bin Züheyr’in Romanı)Edille Yayınları
Hırka
(Hırka-i Saadet’in-Kab Bin Züheyr’in Romanı)
Mahmut Çetin
Edille Yayınları, 104 sayfa, 3. hamur
Hırka.. Şanlı sahabe kadrosundan Kab bin Züheyr’in hayatını anlatan bir küçük roman. Hırka.. İsyan tövbeye uzanan gözyaşı rahmetini yaşatan, hissettiren bir eser. Hırka.. Kaside-i Bürde’nin, Hırka-i Saadet’in romanı.
HAKKINDA YAZILANLAR
X İlişkiler
Hüseyin Öztürk
Akit 6 Kasım 2000
İşte memleketin; varı, yoğu, gizlisi, açığı, donu, gömleği, atası, babası, mafyası, çirkini, güzeli, bilumum haltları, batakları, şeytanları, bu başlık altındaki ilişkilerde yatıyor.
X İlişkiler bir kitap adı. Kitap oldukça ilginç. Sayfalarında gezinirken; televizyon, radyo, gazete ve gece aleminin X’lerini bulacaksınız. Memleketimizin medar-ı iftiharı(!) sanatçıların gerçek kimliklerini tanıyacaksınız.
Türkiye kimlerle gurur duyuyormuş, onu göreceksiniz. Bu ilişkilerin arkasını takip ettiğinizde yolunuz banka soygunlarına, özelleştirme sahtekârlıklarına, siyaset, mafya, işadamı ve medya dörtgenine çıkacak ve bütün yön levhaları sizi yanlış istikametlere sevk edecek.Kimisinin adının, kimisinin soyadının, kimisinin vücudunun kaç para ettiğini okuyacaksınız. Tüm karanlık ilişkilerin kahramanlarının her gün evlerimize giren ve adına sanatçı dediğimiz kişiler olduğunu göreceksiniz.
X İlişkiler”de yer alan isimlere dikkat ettiğinizde; ülkemizde dönen bütün dolapların içinde onlardan çok tane olduğuna şahit olacak ve şaşıracaksınız.
Türkiye’de kayıt dışı paranın kontrolünün, bu X İlişkili adamların elinde olduğunu ve paylaşmanın ve aklama operasyonunun magazin ilaveli medya patronlarıyla yapıldığını göreceksiniz.
İşte bu X İlişkiler içerisinde olanların tamamı, paçayı yırtmak için; çağdaş, laik ve güya demokrasi özlemiyle yanıp tutuşan demokratik bir Türkiye özlemi içerisindedirler.Bu özlem onları öyle bir Türkiye sevdalısı yapmıştır ki; her biri memleketin kanına girmiş, canına okumuştur. Bütün pisliklerine ve iğrençliklerine rağmen, onlar yine de resmi ideolojinin en iyi vatandaşlarıdır.
Lâfı uzattık, X İlişkiler kitabından söz etmeyi unuttuk. Efendim, kitabın yazarı, araştırmacı gazeteci Mahmut Çetin.
Yazarın Boğaz’daki Aşiret ile X İlişkiler kitabını mutlaka temin etmelisiniz ve elinizin altında bulundurmalısınız.
Niye elinizin altında bulundurmalısınız? Şunun için. Kimin ne halt yediğini görmeniz ve bilmeniz için. Kitabı temin edebileceğiniz telefonlar: 0542 2357249
Biyografi Net & Edille Yayınları
HAKKINDA YAZILANLAR
ÇİNLİ HOCA’NIN TORUNU ECEVİT
http://www.turkiyepost.com
İşte Bülent Ecevit’in bilinmeyenleri
Nazım Hikmet’in dedesi, Ecevit’in dedesini hapsettirmişti. Vahdettin ile akrabalığı vardı. İşte Ecevitlerin ilginç aile ağacı…
Halen GATA’da tedavi gören eski başbakanlardan Bülent Ecevit ile eşi Rahşan Ecevit’in aile ağacını ve yaşamlarının bilinmeyenlerini gözler önüne seren “Çinli Hoca’nın Torunu Ecevit” adlı kitap okurla buluştu.
Mahmut Çetin’in kaleme aldığı kitap, Ecevit’in dedesi “Çinli Hoca” lakaplı Mustafa Şükrü Efendi’den günümüze kadar Ecevit ailesinin soy ağacını yorumluyor. Kitaba göre, Bülent Ecevit’in dedesi, medrese hocası Mustafa Şükrü Efendi, dönemin padişahı Abdülhamit tarafından 1894’te Meclis-i Tetkikat-ı Şeriyye üyeliğine tayin edildi. Bu meclis, dini meseleleri inceleyen bir kuruldu ve adeta “dini bir Danıştay” gibi görev yapıyordu.
ECEVİT’İN VE NAZIM HİKMET’İN DEDESİ
Ecevit’in dedesi, dini eğitim kurulları dışında önemli bir diplomatik görevde de bulundu. Bu görev, Sultan Abdülhamit döneminde Çin’e yaptığı seyahatti. Seyahatin gerekçesi, Batılı işgalcilere karşı başlayan Bokser Ayaklanması’nda müslüman Çinlileri uyarmaktı. Çin müslümanlarının zarar görmemesi için gönderilen heyette Ecevit’in dedesi Mustafa Şükrü Efendi ile Nazım Hikmet’in dedesi Hasan Enver Paşa birlikte yer aldı. Heyetin başkanı Hasan Enver Paşa idi.
NAZIM HİKMET’İN DEDESİ HAPSETTİRDİ
109 gün süren Çin seyahati sırasında ilginç olaylar da yaşandı. Bir gün Mustafa Şükrü Efendi, vapurun salonuna yalın ayak ve iç donuyla çıkınca heyet başkanı Nazım Hikmet’in dedesi Hasan Enver Paşa, onu kamarasına kapattırarak başına da bir asker diktirdi.
Mustafa Şükrü Efendi, bu seyahat için 500 Osmanlı altını harcırah aldı ve bu yolculuğun ardından “Çinli Hoca” namıyla anılmaya başlandı.
Refik Halid Karay, anılarında Mustafa Şükrü Efendi’den “dini bütün olmakla beraber yenilikleri kabul eden zeki bir Kastamonulu zat” olarak bahsetmişti.
Mustafa Şükrü Efendi, Aksaray’da 23 Ekim 1924 tarihinde vefat etti. Torunu Bülent Ecevit, dedesinin ölümünden 7 ay sonra dünyaya gözlerini açtı.
BABASININ DA ŞİİRLERİ VARDI
Bülent Ecevit’in babası Fahri Ecevit, hukuk fakültesinde adli tıp dersleri veren bir profesördü.
İstanbul Tıbbiyesi’nde öğrenciyken şiir yazdı, ancak şiirlerini yayınlamadı. Fahri Ecevit, milletvekili olunca adli tıp alanındaki meslektaşlarını unutmadı. Maaşlarının düşüklüğünden bahsettiği meclis kürsüsünde milletvekillerini şu sözleriyle güldürdü:
“Bir kimse var mıdır ki, ’ah şu adli tabip bana bir güzel otopsi yapsa’ diye düşünsün ve bu sebeple adli tabibe vizite müracaat etsin? Kimsenin bu hale düşmesini temenni etmiyoruz.” Ecevit’in annesi Nazlı Hanım da ressamdı. Türkiye’de empresyonist eğilime katılan sanatçılar arasında Bülent Ecevit’in annesi Nazlı Ecevit ile halası Afife Ecevit de vardı.
“BÜYÜK ADAM OLACAK”
Ferhande Hanım, Ecevit’in annesi Nazlı Hanım’ın teyzesiydi. Son sadrazam Tevfik Paşa, Ferhande Hanım’ın oğlu Bülent’i 3-4 yaşlarındayken kucağına alıp sevdi ve “Bu çocuk ileride büyük adam olacak” dedi. Sadrazamın kucağında oturan çocuk, yarım yüzyıl sonra onun koltuğuna (başbakanlık koltuğuna) oturacaktı…
Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit de 1923 yılının Aralık ayında İzmir’de dünyaya geldi. Onun “parıldayan, ışıldayan” anlamına gelen ismini annesi Zahide Hanım koydu.
AİLESİNİ ÖLÜMDEN KURTARDI
Doğduğu gün ağlaması sayesinde mangaldan çıkan gazdan zehirlenen ailesini ölümden kurtardı. Babası Namık Zeki (Aral), can havliyle camları açtı ve aile kurtuldu.
Rahşan Aral, Bülent Ecevit’in annesi Nazlı Ecevit’in öğrencisiydi.
Genç Bülent, Rahşan Aral’ı ilk kez arkadaşı Altemur Kılıç’ın yanında gördü ve çok heyecanlandı. İkili, 1945’te nişanlandı ve o günden sonra bir elmanın iki yarısı gibi yaşadılar…
VAHDETTİN İLE BAĞ
Kitaba göre, Bülent Ecevit ile ilgili ilginç bir konu da Vahdettin ile bağı…
Sultan Vahdettin’in torunu Hümeyra Özbaş, Bülent Ecevit’in üvey kuzeniydi. Özbaş’ın babası İsmail Hakkı Okday, Sultan Vahdettin’in kızı Prenses Ulviye’den ayrıldıktan sonra ikinci evliliğini Bülent Ecevit’in annesi ressam Nazlı Ecevit’in teyzesi olan Ferhunde Hanım ile yaptı. Bu evlilik, Okday’ın dünyadan ayrıldığı 10 Ekim 1977 tarihine kadar sürdü.
ATATÜRK İLE BAĞ
Rahşan Ecevit’e ilişkin bir ilgi çekici bir akrabalık bağı da kitapta sunuluyor.
Buna göre, Aydın Boysan ile Rahşan Ecevit kuzen, Boysan ailesinden Mecdi Boysan ise Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kızkardeşi Makbule Hanım’ın eşiydi.
HAKKINDA YAZILANLAR
”Genetik İhanet” çıktı
Kemal Derviş gerçekte kim?
http://www.turkiyepost.com
2001 ekonomik krizi patladığında ABD’den “ithal” edilen “kurtarıcı” Kemal Derviş’in soyağacını anlatan kitap çıktı.
Araştırmacı – yazar Mahmut Çetin’in arşivleri tarayıp, büyük emek sarfederek hazırladığı eserde, madalyonun görünen yüzünün gerçekleri ne kadar yansıttığı irdeleniyor.
“Tepedelenli Ali Paşa ve Halil Hamit Paşa’dan Kemal Derviş’e Dededen Toruna Genetik İhanet!”
Birisi bağımsız devlet kurma sevdasında, diğeri yabancılarla işbirliği yaparak padişahı devirme sevdasında iki dedenin torunudur Kemal Derviş… Bir dönem emperyalizmin genel valisi gibi hareket eden Devlet Eski Bakanı Kemal Derviş, bu kitabın temel olgusu… Kamuoyu Kemal Derviş’i sadece iktisatçı olarak tanıyor… Yeni çıkan bu kitap ise, Kemal Derviş’in köken ilişkilerini gün yüzüne çıkarıyor. “Dededen Toruna Genetik İhanet”te sanılanın aksine, insan davranışının etnik kökenle bir bağı olmadığı, davranışların zihniyetle alakalı bir durum olduğu dolaylı olarak ele alınıyor.
“Dededen Toruna Genetik İhanet,” Mahmut Çetin’in “Boğaz’daki Aşiret” kitabıyla başlayan aile tarihi araştırmaları zincirinin bir parçası… Bu çalışma, Osmanlı’dan günümüze uzanan bürokrasi klanından birbirine akraba iki ailenin tarihini, Kemal Derviş özelinde anlatıyor. Kemal Derviş yönetiminde emperyalizmin emrinde yürürlüğe konulan ekonomik politikaların Türkiye’yi kaosa götürdüğü ise kitapta yer alan bir başka öngörü…
Kitabın ikinci bölümünü oluşturan “Kaos ve Perestroika”da Mahmut Çetin, küresel dayatmacı oligarkların kirli programlarına karşı, yerli düşüncenin yeni bir derleniş programının da alt yapısını sunuyor.
HAKKINDA YAZILANLAR
X ilişkiler
Ahmet Sağırlı
Türkiye 10 Mart 2011
Hatırlar mısınız 4-5 sene öncesine kadar sabah akşam irticanın hortladığına dair yazılı ve görüntülü haberler çıkardı.
Laiklik hep tehdit altında olurdu.
Birden bire ardı arkası kesildi.
Artık ne irtica tehlikesi var ne de laiklik tehdit altında.
Bu işin mekanizması bugün artık meraklıları tarafından anlaşılabilecek hale geldi.
O yaygaranın ne için koparıldığı ayrı bir konu.. Nasıl koparıldığının anlaşılır hale geldiğini söylüyorum.
Önce bir merkezde nasıl bir hava oluşturulacağının kararı veriliyor sonra bu karara uygun haberler ve görüntüler üretiliyor, sonra bunlar medya ayağında abartılı şekilde daha doğrusu arzu edildiği şekilde değerlendiriliyor, sonra organize şekilde oluşturulan ortamdan herkes payına düşeni alıyor.
Kimi arada sıkışıp kalıyor, kimi olup bitenin farkında olmadan işin içine giriyor, kimi isyan ediyor, kimi provokatörlük yapıyor..
Oysa ne irtica tehlikesi var..Ne laiklik tehdit altında..
Adamlar bu kıskaçla 70 sene aralıksız bu memleketin sülük gibi kanını emmişler.
….
Mahmut Çetin’in Boğaz’daki Aşiret ve X ilişkiler kitaplarını bulabilirseniz okuyun.
Ben on sene, on beş sene önce okumuştum diyorsanız bu kadar sene sonra bir kere daha okuyun. Yeni şeyler farkedeceksiniz.
Ben tekrar okudum.. Kendime göre bir özet çıkardım.
Türkiye’de herşey Boğaz’daki Aşiret kitabında anlatılan ailelerin çevresinde dönmüş.
X ilişkilerdeki ailelelerin bir kısmı ise Boğaz’daki aşiretin hizmetinde bulunarak paye ve pay sahibi olmuş.
Hep birbirlerini kollamışlar.
Hep paslaşmışlar.
Uzun yıllar sanayi, medya, hatta inşaat, bankacılık bunlardan sorulur olmuş.
Taa Özal iktidarına kadar.
12 Eylülden sonra bunlar mevzileri tek tek kaybetmeye başlamışlar.
Burada tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan misali bir soru var:
Bunlar mevzilerini kaybettiği için bu dönüşüm başlamamış.. Türkiye’nin dönüştürülmesine karar verildiği için bunlar zaman içinde sıradanlaşmışlar. Bugün artık birkaç nesillik tecrübeleri ve geçmişte palazlanmış olmaları dışında hiçbir avantajları yoktur.
Eski metodlarla ekmek yiyemiyorlar.
Yerlerine yenileri yerleştirilecek muhtemelen.
Yine büyük ihtimalle yeniler bunlar gibi büyük ekseriyeti ile aynı kökten gelen nüfusun yüzde 85’ini köle gibi kullanan imtiyazlı ailelerden olmayacak.
Barajsız parlamento gibi toplumun her kesimini temsil eden ve milletine yabancı olmayan ailelerden oluşacak.
Ülke ekranlardaki görüntülerle örtüşecek.
Ekranlar değişecek.
HAKKINDA YAZILANLAR
Boğaz’daki kabileler çatışır mı?
Arslan Bulut
Yeni Çağ 21 Ağustos 2008
İstanbul’daki Afrika Zirvesi’ne katılan Togolu bir diplomatın sorusu, Mahmut Çetin’in “Boğaz’daki Aşiret” kitabını hatırlattı.
Hürriyet’ten Zeynep Gürcanlı’nın haberine göre Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Çırağan Sarayı’nda heyet üyelerine Boğaz’ı gösterip, “Burası Avrupa kıtası, karşı taraf ise Asya” dedi. Afrika zirvesine katılan delegelerin pek çoğu, İstanbul’un iki kıta üzerinde kurulduğunu bilmediğinden, bu açıklamaya çok şaşırdı. Togolu bir diplomat, “Ben bunu bir nehir sanıyordum” derken, bir başkası sorduğu soruyla, Türk heyetini şoke etti:
“Karşı kıyıdaki kabile ile buradaki iyi anlaşıyorlar mı? İki yaka çok yakın, aralarında çatışma, savaş falan çıkmıyor mu?”
***
Türk heyetinin şok olmasını ben anlayamadım. Togolu diplomat, farkında olmadan gerçeği söylemiş. Mahmut Çetin’in tespitlerine göre Boğaz kıyılarında yaşayanlar, “Konstantin’in Çocukları, Detrois’in Çocukları, Sotori’nin Çocukları, Topal Osman Paşa – Namık Kemal kanadı” değil midir? Özellikle Türk solu, buradan çıkmış değil midir?
Kitapta “Ali Fuat Cebesoy’dan Nâzım Hikmet’e, Oktay Rifat’tan Refik Erduran’a, Rasih Nuri İleri’den Ali Ekrem Bolayır’a, Zeki Baştımar’dan Sabahattin Ali’ye, Numan Menemencioğlu’ndan Abidin Dino’ya uzanan ilginç akrabalık zinciri. Polonez, Hırvat, Alman, Macar ve Rum kökenli meşhurların, yerlilerle evliliklerinden oluşan ’Boğaz’daki Aşiret’in, Batılılaşma tarihinde oynadığı roller” anlatılıyor.
***
Bunların arasına sonradan girenler, devletin “yarattığı” birkaç “milyoner” ile uyuşturucu zenginlerinden ibarettir.
Boğaz kıyılarını, Ege ve Akdeniz sahillerindeki otellerle birlikte düşünürseniz “uyuşturucu zenginleri” iddiamız ortada kalmaz!
10 yıldan fazla oldu. Polisle ilgili bir yazı dizisi hazırlıyordum. Makamında görüştüğüm bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı, “Özal döneminde yapılan turizm yatırımlarının hemen hemen tamamı kara parayla, yani uyuşturucu parasıyla yapılmıştır” demişti. O turizm yatırımlarını yapanlar nerede oturuyor dersiniz?
Ve çok partili düzene geçildiği andan itibaren siyasi partileri de Boğaz’daki aşiretler gütmüyor mu? Diyeceksiniz ki öyleyse aralarında niçin zaman zaman kavga ediyorlar? Ne kavgası, baksanıza birinin önü tıkandığında öbürü açıyor. Siz bakmayın Tayyip Bey’in Kasımpaşa çocuğu olmasına! AKP’yi kurarken ilk olarak TÜSİAD’ın desteğini almadı mı? Ara sıra kavga çıkıyorsa rantı paylaşamadıklarındandır.
Şimdi Boğaz’daki aşiret, Türkiye’yi yabancı sermayeye teslim ediyor. İslâmcı denilen ve yeni oluşturulan sermayeyle aralarında bir kavga çıkabilir. İnşallah öyle olur. Çünkü AKP aşiretinin devlet ihaleleriyle zengin ettiği kişilerin kara parayla işi yok. Her ne kadar düşüncelerinde millilikten eser kalmadıysa da yapısal olarak milli sermaye sayılırlar!
HAKKINDA YAZILANLAR
TÜRK SOLU TARİKATÇI ÇIKTI
Araştırmacı-yazar Mahmut Çetin’in kaleme aldığı ‘Aydın Yabancılaşması’ adlı eser, Türk düşünce hayatında yeni bir tartışma alanını başlatıyor… ‘Aydın Yabancılaşması’ sürekli olarak laiklik vurgusuyla gündeme gelen Türk Solu’nun aslında ‘tarikatçı’ olduğunu gösteriyor. Eserde yer alan bilgilerden bazıları şöyle…
* Türkiye Komünist Partisi kurucu başkanı Mustafa Suphi melami tarikatına mensuptu. Bir başka parti başkanı melami Hürriyet ve İtilaf Fırkası başkanı Miralay Sadık Bey’di.
* Nazım Hikmet’in dedesi Nazım Paşa mevlevi idi. Nazım Hikmet de yirmili yaşlarda “Ben de müridinim Mevlana” şiirini yazmıştı.
* Solcu şair Can Yücel’in dedesi mevlevi şeyhi ve babası Hasan Ali Yücel mevlevi idi. Kendisini de mevlevi muhibbi olarak ifade eden can Yücel, bu durumu şöyle anlatıyordu. “Mevlevilik aslında müslümanlığın incelmiş kanadıdır. Din incelmesi, bir bakıma ateistliğe doğru gitmedir.. Belki bende Allah’a inanç kalmadı ama mevlevilik’ten koptum sayılmaz aslında.”
* Çetin Altan’ın annesinin babası Hacı Hafız Mustafa Muhyiddin Efendi, Unkapanı’nda, Salih Paşa Mahallesi Yeşil Tulumba Sokak’ta, Rufaiyye Tarikatı’ndan Şeyh Abdülhalim Efendi Tekkesi postnişini idi. Tanrıtanımaz olduğunu söyleyen Çetin Altan, inanç durumunu şöyle izah eder: “Bir ayrıma muhtacız. Ateizm başka şeydir, paganizm başka. Ateizm insanın kendi iradesiyle Tanrıtanımazlığı felsefi olarak benimsemesidir. Biz paganlar ayrı bir vak’ayız. Paganlar başka türlü olmaları mümkün olmadığından, yetiştirilme biçimlerinden Tanrıtanımaz olanlardır. Türkiye’de ateizm yoktur, paganlar vardır.”
* Şair Oktay Rifat’ın da bektaşi bir aileye mensup olduğu biliniyor…
‘Aydın Yabancılaşması’ yazarı Mahmut Çetin, tarikat yabancılaşmasının izlerinin bugüne de uzandığını ileri sürüyor. Çetin, bugün Mehmet Akif Ersoy’un torunlarından birinin Türkiye Komünist Partisi lideri Aydemir Güler olduğunu, Elmalılı Hamdi Yazır’ın torununun da Okan Bayülgen olduğunu iddia ediyor.
Aydın Yabancılaşması kitabı, sabetaycıların mevlevi tarikatı içinde oldukça etkin olduğunu da belgeliyor. Eserdeki bilgilere göre sabetaycı mevlevi şeyhi İshak Dede, eski dışişleri bakanlarından Emre Gönensay’ın dedesi iken, diğer bir sabetaycı mevlevi şeyhi Mehmet Esat Efendi ise Halil Bezmen’in anneannesinin dayısı oluyor.
Araştırmacı-yazar Mahmut Çetin’in kaleme aldığı AYDIN YABANCILAŞMASI adlı araştırma yayınlandı. AYDIN YABANCILAŞMASI, (üstseçkin heterodoksi) başlığı altında Türk aydınının yabancılaşma süreçlerini ele alıyor.
‘Aydın Yabancılaşması’nda yer alan ara bölümlerde, birbiriyle zıt gibi görünen anlayışların, ülkemizdeki heterodoks inançlarla kaynaştıklarını ve giderek kozmopolit bir ortak cephede, nasıl aynileştiklerini de göreceğiz.
BİYOGRAFİ NET YAYINCILIK
Tel: 0542 235 72 49
[email protected]
Ebat: 19.5 x 13.5
Sayfa: 256
ISBN : 978-975-00394-1-6
HAKKINDA YAZILANLAR
Afet Ilgaz’dan ‘Kart Kurt Sesleri’ yorumu
Mahmut Çetin’i “Boğazdaki Aşiret” kitabından tanır veya hatırlarsınız. Türk yakın tarihine bu kitapla ilk ışığı tutan kitaptır o. Ecevit’in akrabalık yoluyla Osmanlı sarayına olan bağlantısını da “Çinli Hocanın Torunu Ecevit” ve “Teyze ile Prenses” kitaplarında anlatmıştı. Son kitabı, sanırım bu bahsedeceğim kitap: Kart Kurt Sesleri. Sonra bir kitap yayınladı mı bilmiyorum, benim elime geçmedi. Kitabının amacını şöyle açıklamış:
“…Bu kitaptaki amacımız… farklılık içinde birliğin, birlikte yaşamanın, kardeşliğin poetikasını oluşturmaktır.”
Bu kitapla Mahmut Çetin, Bedirhan ailesini inceliyor. “Kürtler içindeki ayrılıkçı temayüller bu aile vasıtasıyla üretilmiştir.”
“… Bedirhan Bey ve çocukları, siyasi Kürtçülük faaliyetlerine karışmış olmasına rağmen aile fertlerinin bir çoğu sonraki yıllarda milletimize hizmet etmiştir. Bu aileyi ve akrabalarını yazarken karşımıza çıkan şey, sıradan bir Türkiye manzarasıdır.”
“Bedirhan ailesi renkli ve ünlü insanlardan oluşur. Aile içinde ideolojik ve siyasi farklılıklar görürüz. Kürtçü ile Türkçü, Atatürkçü, dindar, birlik yanlısı, bölücü aynı aile içinde, aynı tarih diliminde yaşamıştır. Abdülhamit Han’ın kitabın girişine konulan bir cümlesi:
“Kürtler ve Bedirhan Paşazadeler bizim Müslüman kardeşlerimizdir. Ayrımız gayrımız yoktur.
“Musa Anter’in hâtıralarından bir
bölüm:”
“Bu Kürt büyüklerinin hiç biri kendini Kürt kabul etmez. Kimi Muhammedin soyundan seyittir, kimi Abbasidir, kimi Halid bin Veliddir. Başkaları da vardır ama Araplarda kendine yer bulamayan bazı Diyarbekir beyleri kendilerinin Akkoyunlu Uzun Hasan’ın soyundan geldiklerini iftiharla söylerler.”
Halide Edip, Cenap Şahabettin, Teşkilat-ı Mahsusa reisi Sencer Kuşçubaşı’nın bu aileyle olan şaşırtıcı ilişkilerini, hatta Nazım Hikmet’in süt kardeşliği yoluyla yakınlığını da Mahmut Çetin yazmış. “Kitabından” öğrendim.
Musa Anter de bu yüzden mi öldürüldü dersiniz? İnsan bugün kürsülerdeki ve sokaklardaki ürkütücü nefreti gördükçe Bedirhanların renkliliğini arıyor.
ESER-AYRINTI
Aydın Yabancılaşması
Üstseçkin Heterodoksi
Mahmut Çetin
BİYOGRAFİ.NET
‘Aydın Yabancılaşması’, kronolojik manada bir batılılaşma tarihi değildir… ‘Aydın Yabancılaşması’nda bir çözülmenin zihniyet planındaki süreç, aşama ve ilişkileri kavram ve kişiler bazında tespit edilmek istenmiştir.
‘Aydın Yabancılaşması’ adlı çalışmamız, Türk aydınının düşünce değişim halkalarını incelemektedir. ‘Aydın Yabancılaşması’nda gelenek karşıtı cephenin zevkçilik, heterodoks inançlara yöneliş, masonluk, pozitivizm, sosyalizm ve kozmopolitizm şeklinde oluşan değişim aşamaları ele alınmıştır.
Yabancılaşma tarihimizdeki aşamalar arası ilişki, önemli olmasına rağmen, üzerinde durulmamış bir husustur…
‘Aydın Yabancılaşması’nda yer alan ara bölümlerde, birbiriyle zıt gibi görünen anlayışların, ülkemizdeki heterodoks inançlarla kaynaştıklarını ve giderek kozmopolit bir ortak cephede, nasıl aynileştiklerini de göreceğiz.
Osmanlı Devleti’nin yıkılışını ve İslam Dünyası’nın, batı karşısında mağdur hale gelmesini tek faktörle izah etmek mümkün değildir. Çünkü bizzat sosyal değişmenin mantığı, çok faktörlülüğü kabul etmektedir. Biz çözülmenin, ‘Aydın Yabancılaşması’ faktörünü ele aldık. Bunu incelerken de heterodoks inançların bu yabancılaşmaya katkısını, işaret etmeğe çalıştık.
Bir medeniyetin yeniden doğuşu için, daha önce niçin çözüldüğünün izahı gerekmektedir. ‘Aydın Yabancılaşması’, ‘niçin’ sorusuna cevap olmak niyetindedir.
Değişme, vazgeçilmez bir hadise… Toplum kesimlerinin ortaya çıkması ve değişmelerini anlamadan sağlıklı bir siyasi anlayış ortaya koymak mümkün değildir. Bugün analitik düşünceyle meselelere yaklaşmak, sadece entelektüel bir eğilim değil, aynı zamanda, tarihi bir zorunluluktur. Sıradanlaşan durumlar haline gelen “ulusal direncin yitirilmesi ve birliktelik bilincinin zaafa uğraması, yüzeysel analizlerle açıklanabilecek nitelikte olaylar değildir; temellerin sorgulanması gerekmektedir.”
Bu zorunlu tarihi incelemeyi yaparken, sonuca varmak için önyargılardan kurtulmak zorundaydık, bunu yapmaya çalıştık. Yaşadığımız olgular bizi, ‘hiçbir şey sadece kendisi değildir’ hakikatine ulaştırmıştır. Evet her şey, görüntünün ötesinde başka bir şeydir.
Geleceğin Büyük Türkiyesi’nin hayaliyle…
HABER
Gayri millî kozmopolit sınıfa dikkat!
Afşin Selim
Yeniçağ 8 Ağustos 2011
Hiç şüphesiz, hayatın dinamizmi, değişmeyi ve dönüşmeyi kaçınılmazlaştırıyor. Nasıl’ın ve niçin’in peşinde iz süren Mahmut Çetin, Biyografi Net Yayıncılıktan neşrettiği “Aydın Yabancılaşması” adlı eserinde, meselenin kökünü irdeleyerek, yaşanan zihnî çözülme esnasındaki ilişkiler ağını bir bir deşifre ediyor okuyucusuna… Denenmemişi deniyor aslında; aşamalar arası ilişkiyi…Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Karahanlı-Selçuklu-Osmanlı devlet geleneğinin bir devamı olduğunu (Türk tarihinin kesintisiz bir bütün olduğunu) özellikle vurgulayan yazar, bürokrasideki gayri millî kozmopolit yapının “yabancılaşma” olarak tezahür ettiği kanısında… Kelime itibariyle bürokrasi, “büro” düşüncesine bağlı olarak
“-krasi” ekiyle pekişiyor ve sahneye “iktidar” çıkıyor!
Yerli değerlerin “taassup” olarak konumlanması, dilin âdeta bir anlaşamama vasıtası vaziyeti alması ve pozitivizm ile yoğrulmuş zevkçiliğin (hedonizmin) ayyuka çıkmasıyla “bürokratlar sınıfı” devletin ve toplumun inançlarına tezat bir ideoloji etrafında kümeleniyor. Bu çerçevede yazar, Türk tarihinin ana problematiklerinden birinin, devşirme yönetici zümrenin yönlendirilemez hale geldiğini ayrıca hatırlatıyor!
Bahse konu sınıfın yahut bir diğer ifadeyle “mutlu azınlık aşiretinin” Anadolu dışı gayri millî sermaye ile olan sıkı ilişkisine de değiniliyor kitapta… Malûm, paranın vatanı yoktur! Müşterek bir cephede birleşen bu kozmopolit sosyal dokunun millî kültür karşıtı olması tesadüf olmasa gerek… Orhan Türkdoğan diyor ki: “Sabetayist grupların yerli seçkinlerle akrabalık ilişkileri kurmaları, hem yeni akrabalıkların kurulmasını, hem de sermayenin kendi aralarında transferini güçlendirmiştir.”
Gelgelelim, sosyal tecride erişen (!) aydın, toplum dışı kalıyor ve tarifini heterodoksi kavramında buluyor. Bununla birlikte, ehli sünnet itikadı dışındaki yönelişlerin ittifakından alıyor kıvamını… Bu ötelenme esnasında; güçsüzleşme, anlamsızlaşma, normsuzlaşma, yalnızlaşma ve kendinden uzaklaşma yaşanıyor.
Masonik, heterodoks, bölücü, ekalliyetçi, batıcı aristokrat karışım neticesinde, “kozmopolit bileşim” oluşuyor.
Batıyı, geçerli olan tek evrensel olgu olarak algılayan üstseçkinler söz konusuysa şayet, Türkiye’nin sınıf yapısını işçi, esnaf, memur, köylü gibi tasnifler ile izah etmek ne mümkün! “Elden giden vatanın” sınırları, nasıl olsa, sözüm ona lojman ve nüfuz sınırları ile aynılaşmış durumda… Fakat bilmiyorlar ki, günü geldiğinde, “kalıplaşmış ve katılaşmış statüler” de pekâlâ sarsılabilir!
Kinini dinleştiren bu sınıfın, “eski Anadolu medeniyetlerini diriltmek” çabasını da gözardı etmemek gerekiyor. Empoze edilen kültürle, halkın geleneksel kültürünün çatışmasını da…
Osmanlı coğrafyasının temel kurumlarından olan tekkelere değin sızan bu yabancılaşmışlık, Cumhuriyetle birlikte devam ettiriyor varlığını…
Kısacası, halkına karşı kendini mesul hissetmeyen “üstseçkinlerin” servet ve nüfuz sahipliğini nesilden nesile sürdürme başarısına dikkat çeken “Aydın Yabancılaşması” yla birlikte taşlar yerine tastamam oturuyor. Türkiye’de dün ve bugün değişik vesilelerle tekrarlanan çatışmanın, ne sağ-sol, ne ileri-geri, ne şu ne bu olduğu bir kez daha görülüyor; ayrıntıları kitapta saklı…
HABER
Mahmut Çetin, Türk Ocakları’nda konuştu
Araştırmacı-yazar Mahmut Çetin, Türk Ocakları Genel Merkezi’nde eserlerini anlattı.
Mahmut Çetin’in Türk Ocakları Genel Merkezi’ndeki ilk konuşması, Kuşlukta Yazarlar etkinliği çerçevesinde oldu. 7 Ekim 2011 tarihinde yapılan sohbette yazar, “Boğazdaki Aşiret” kitabını anlattı.
Mahmut Çetin, Türk Ocakları Genel Merkezi’nde 8 Ekim 2011 tarihinde de Aydın Yabancılaşması konusunda konuştu. Konuşmalar, Türk Ocağı’nın Balgat’taki genel merkezinde yapıldı.
Konu: Aydın Yabancılaşması
Mahmut ÇETİN ( Araştırmacı- Yazar)
Sohbet Orhan Hoca’nın yaptığı konuşma ile başladı. Daha sonra kürsüye gelen konuşmacı Mahmut Çetin özetle şunları söyledi:
“Aydın yabancılaşması kavramı sosyolojik bir hadisedir. Yabancılaşmada yaptığımız işi tevil ediyoruz. Alternatif bir dünya görüşü üretiyoruz. Heterodoks; geleneksel bildiğimiz din dışına taşmak anlamına gelmektedir. Can Yücel örneği bunu çok iyi ifade etmektedir. Bektaşilik; Mevlevilik tarikatları heterodoks olarak tarif edilebilir.
İnsanın sağlığında bir sorun olduğunda doktora gidiyor. Aydın bir sınıf, bir meslek değil. Eğer bir toplum aydınları topluma yabancılaşmışsa felakettir. Şu anda bizim krizimiz aydın krizidir. Çağın yeni sorunları ve ihtiyaçları var. Geçmiş birikimlerimizi yeni nesile doğru bir şekilde aktarmak zorundayız.
Ön yabancılaşmanın son aşaması kendine yabancılaşmasıdır. Bu aşamalar hâlinde olmaktadır. Önemli olan kaynaklardan beslenip kendimizi geliştirmektir.
Bilgiyi dönüştürenler bilgiyi dönüştürmeyenleri dövüyor. Dolayısıyla bizim teknoloji üretme zorunluluğumuz var. Teknoloji üretemiyorsak üretim için gerekli bilgiyi edinip o sürece girmemiz gerekiyor. Türkiye’yi bölmek isteyenlerin yaptığı geçmiş karşıtlığı gelecek savunuculuğu din karşıtlığı bilim savunuculuğu. Bizim her noktada yapmamız gereken her şeyi bir arada yürütmek. Aydının bu halkın içinde ve halkla beraber yapması gerekiyor. Çatışmaya başladığı noktada bunun hiçbir faydası olmaz. Yabancılaşan aydının en büyük dayanağı çatışmaları desteklemektir. Aydın yabancılaşması tek bir cümle ile açıklanması çok zor bir kavramdır. Aydın çatışmacılıktan uzak durup kendini geliştirirse aydın yabancılaşmasından kendini korur”
HAKKINDA YAZILANLAR
X İLİŞKİLER ve MAHMUT ÇETİN*
Dr. Fahri ATASOY
Türk Yurdu Dergisi, Aralık 2006, Cilt:26, Sayı:232
Mahmut Çetin’i Türk kamuoyu ilk olarak Boğazdaki Aşiret isimli kitabıyla tanıdı. Türünün ilk örneğini teşkil eden bu kitap, Türkiye’de önemli roller üstlenen dört büyük ailenin birbirleriyle irtibatını çözümlemesi bakımından hayli ilgi çekti. Osmanlı’ya sığınmış Polonez, Hırvat, Alman, Macar ve Rum kökenli ailelere mensup meşhurların, yerlilerle evliliklerinden oluşan “Boğazdaki Aşiret”in, popüler kültürümüzdeki ve batılılaşma tarihimizdeki oynadığı roller gözler önüne serildi. İsmi Türk ama kendileri gerçek kimliklerini muhafaza ederek bir sosyal koloni halinde hayatlarını sürdüren bir seçkin zümrenin tanınmasını ve anlaşılmasını sağladı.
İyi bir biyografi uzmanı olan Mahmut Çetin, internet üzerinde yayın yapan www.web sitesinin editörlüğünü yapmakta ve maskelerin arkasındaki hayatlara ışık tutmaya devam etmektedir. Şeffaflığın ve bilgi akışının gittikçe ön plana çıkmakta olan demokratik toplumlar için büyük katkıları olan bu çalışmalar göz önünde meydana gelmekte olan bazı olayları anlamamızı kolaylaştırmaktadır. Bülent Ecevit’in geçen yıllarda “aslında Vahdettin hain değildi” açıklaması ancak, Mahmut Çetin’in Teyze ile Prenses adlı kitabındaki izlerden anlaşılır. Bülent Ecevit’in annesi Nazlı Ecevit ile Sultan Vahdettin akrabalığı yoksa bizi neden ilgilendirsin?
Boğazdaki Aşiret, Türk aristokrasisi içinde çeşitli evlilikler ile birbirleriyle akraba olmuş dört aile etrafında oluşan çemberin, aile bireylerinin akrabalık bağlarını kullanarak sanat, siyaset, ticaret alanlarına ilişkin yansımalarını çözümlemişti. Mahmut Çetin X İlişkiler kitabında farklı ilişkileri çözümlemeye devam ediyor. Özellikle toplumu etkileme mekanizmalarını kullanmakta olan bir zümrenin aslında bu toplumdan ne kadar uzak olduklarını ve bu topluma ne kadar zarar vermekte olduklarını gözler önüne seriyor. Medyada sosyete ve magazin sayfalarında arz-ı endam eden bay ve bayan tiplerin bu toplum ile mensubiyet bağları olmadığı halde, Türk gençlerine özenilecek model tipler olarak sunulmasıyla kültürel erezyone ne kadar büyük katkı sağladıklarını gösteriyor. Mahmut Çetin’e göre “Bu torağın insanlarıyla hiç bir kültürel bağı olmayan bir küçük mutlu azınlık, değer yargılarımızı tahrip ederek toplumumuzun geleceğiyle oynamaktadır. Mutlu azınlık; sahne, sinema ve gece hayatına yansıttığı ilişkileriyle topluma yanlış örnek modeller empoze etmektedir. Bu çalışma, mevcut durumun ne mutlu azınlık fertlerine ne de yanlış değerler empoze edilen millet bütününe mutluluk vermediğini gösteriyor.”
X İlişkiler kitabının alt başlığını oluşturan “Fuhuş-İletişim-İktidar” üçlemesi konuya dikkat çekme bakımından önemli işaretler veriyor. “Sosyete, mutlu azınlık, bürokratik zihniyet, süper dejenereler, üstzenginler… Adına ne dersek diyelim, bu toplum kesiminin ileri derecede bir yabancılaşmanın içinde olduğunu X İLİŞKİLER bize gösteriyor. Dahası, mutlu azınlık elindeki iletişim imkanlarıyla topluma kendi yabancılaşmasını tek model olarak dayatmaktadır.” Mahmut Çetin’in altını çizerek tespit ettiği gerçekler karşısında sorumluluk sahibi her Türk aydını bunları bilmek ve üzerinde düşünmek zorundadır. Toplumun karşılaşmış olduğu dejenerasyonun sebepleri, boyutu, sonuçları karşısında doğru tahliller yapamayan bir aydın kesim doğru çözümlere de ışık tutamaz. Dolayısıyla Türk aydınlarının ve okuyucularının Mahmut Çetin gibi titiz bir biyografi uzmanı ve çözümleyici beyinlerin aydınlattığı bilgilere ihtiyacı vardır. Özellikle bilgi kirliliğinin had safhada olduğu bir dönemde güvenli bilgilere ne kadar fazla ihtiyacımızın olduğu ortadadır.
http://turkocagi.org.tr/modules.php?name=KitapTanitim&pa=showpage&pid=32
HABER
Mahmut Çetin Milat’a konuştu
Mahmut Çetin Milat gazetesinden Hasan Hafif’in sorularını cevaplandırdı.
Hayatınızda örnek aldığınız şahsiyetler kimler?
Çalışma disiplini olarak Attila İlhan’ı örnek alırım. Ben de onun bana tavsiye ettiği gibi düzenli olarak yazı çalışırım. Okurum ve yazarım.
Hangi kitap sizi hep heyecanlandırır?
S.Ahmet Arvasi’nin Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz adlı eseri.
Unutamadığınız bir film?
Yengeç Sepeti.
Hangi müzikleri dinlemekten hoşlanırsınız?
Türk Halk Müziği ve özellikle aşıklar… Nuri Çırağı, Çobanoğlu, Yener Yılmazoğlu, Ahmet Poyrazoğlu, Reyhani…
Tanışmaktan mutluluk duyduğunuz bir yazar?
Durali Yılmaz…
Batıdan en çok sevdiğiniz yazar?
Goothe! Çünkü o hem bir müslüman hem de bir Türk. Evet Goothe bir Selçuklu şehzadesidir.
Doğudan en çok sevdiğiniz yazar?
Cengiz Aytmatov…
Şu an neler okuyorsunuz?
Yeni yazdığım ve baskı öncesi aşamalarını yaptığım Biyografi Kitabı’nı tekrar tekrar okuyorum. İyi ki, bu kitabı yazmışım diyorum kendi kendime…
Defalarca okuduğunuz bir kitap var mı?
Huzur. Tanpınar’ın şaheserini üç kere okudum. Sonra onun hakkında bir şeyler yazmaya başladım. Ama Huzur okumalarım bitmedi.
Beğendiğiniz şairler kimler?
Dilaver Cebeci, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Niyazi Yıldırım, Sefa Kaplan, Ali Akbaş, Bahattin Karakoç.
Hayatta en çok önem verdiğiniz bir husus?
Sistem olarak, medeniyet tarihi, ahkam ve bütün muhtevasıyla İslamiyet.
Hangi dergileri heyecanla beklersiniz?
Ne yazık ki, heyecanla beklediğim bir dergi yok. Ama İlma’yı takip ediyorum.
Gezdiğiniz şehirler arasında hangi şehir sizi çok etkiledi?
Bursa.
Hangi yazarı okudukça bitimsiz keyif alırsınız?
Yahya Kemal ve Tanpınar, S.Ahmet Arvasi, Olcay Yazıcı…
Her gün mutlaka okuduğunuz bir köşe yazarı?
Yok böyle bir yazar… Ama rast gelirse Ege Cansen’i okumaya çalışırım.
www.haberkultur.net
Hasan Hafif
Milat
HAKKINDA YAZILANLAR
Aydın Yabancılaşması
Hüseyin Öztürk
Yeni Akit 02.01.2012
Bu haftaki eserimiz “Boğazdaki Aşiret” kitabıyla ün yapan ve Türkiye’nin “üstseçkinlerini” çırpalayan Mahmut Çetin’e ait.
Biyografi Yayınları’ndan çıkan “Aydın Yabancılaşması” adlı kitapta Mahmut Çetin, yine ezber bozduran ilginç ayrıntılara dikkat çekiyor.
Türkiye’nin bugününden yani “millet devlet kaynaşmasından” hangi çevrelerin neden ve nasıl rahatsız olduklarını ortaya döküyor.
Mahmut Çetin bu kadarla yetinmiyor ve son on yıla kadar devleti, hükümetlerin değil, bürokrasinin yönettiğini ve memleketin kaymağını kimlerin yediğini belgeliyor.
“Aydın Yabancılaşmasında” yer alan ara bölümlerde, birbiriyle zıt gibi görünen anlayışların, esasında heterodoks inançlarla kaynaştıklarını ve giderek kozmopolit bir ortak cephede, nasıl aynileştiklerini anlatıyor.
“Aydın Yabancılaşması,” Türk düşünce hayatında yeni bir tartışma alanını başlatacağa benziyor.
Eserdeki en ilginç bölümlerden birisi de sürekli olarak laiklik vurgusuyla gündeme gelen Türk Solu’nun “tarikatçı” olduğunu gösteriyor.
Eserde yer alan bilgilerden bazıları şöyle.
¥
-Türkiye Komünist Partisi kurucu başkanı Mustafa Suphi, Melami tarikatına mensuptu. Bir başka parti başkanı Melami, Hürriyet ve İtilaf Fırkası Başkanı Miralay Sadık Bey’di.
-Nazım Hikmet’in dedesi Nazım Paşa mevlevi idi. Nazım Hikmet de yirmili yaşlarda “Ben de müridinim Mevlana” şiirini yazmıştı.
-Solcu Şair Can Yücel’in dedesi mevlevi şeyhi ve babası Hasan Ali Yücel mevlevi idi. Kendisini de mevlevi muhibbi olarak ifade eden Can Yücel, bu durumu şöyle anlatıyordu.
“Mevlevilik aslında Müslümanlığın incelmiş kanadıdır. Din incelmesi, bir bakıma ateistliğe doğru gitmedir. Belki bende Allah’a inanç kalmadı ama mevlevilikten koptum sayılmaz aslında.”
Tabi bu tipler, Kur’ansız ve Peygambersiz bir mevlevilik isteyenlerdir.
-Çetin Altan’ın annesinin babası Hacı Hafız Mustafa Muhyiddin Efendi, Unkapanı’nda, Salih Paşa Mahallesi Yeşil Tulumba Sokak’ta, Rufaiyye Tarikatı’ndan Şeyh Abdülhalim Efendi Tekkesi postnişini idi.
Tanrıtanımaz olduğunu söyleyen Çetin Altan, inanç durumunu şöyle izah ediyor:
“Bir ayrıma muhtacız. Ateizm başka şeydir, paganizm başka. Ateizm insanın kendi iradesiyle Tanrıtanımazlığı felsefi olarak benimsemesidir.
Biz paganlar ayrı bir vak’ayız. Paganların başka türlü olmaları mümkün değildir. Yetiştirilme biçimleri Tanrıtanımazlıktır, Türkiye’de ateizm yoktur, paganlar vardır.”
¥
Mahmut Çetin, araştırmasında “Aydın Yabancılaşmasının” izlerinin bugüne de uzandığını hatırlatıyor ve Altan’dan alıntı yaparak;
Mehmet Akif Ersoy’un torunlarından birinin Türkiye Komünist Partisi lideri Aydemir Güler, Elmalılı Hamdi Yazır’ın torununun da Okan Bayülgen olduğunu iddia ediyor.
Mahmut Çetin kitabında Sabetaycılara da yer veriyor. Sabetaycıların mevlevi tarikatı içinde oldukça etkin olduklarını belgeliyor.
Eserdeki bilgilere göre sabetaycı mevlevi şeyhi İshak Dede, eski dışişleri bakanlarından Emre Gönensay’ın dedesi iken, diğer bir sabetaycı mevlevi şeyhi Mehmet Esat Efendi ise Halil Bezmen’in anneannesinin dayısı oluyor.”
Bilgi için: Biyografi Net Yayınları 0542 235 72 49 [email protected]
Biyografi Kitabı çıktı
Araştırmacı-yazar Mahmut Çetin’in yazdığı Biyografi Kitabı, Biyografi Net Yayınları’ndan çıktı.
Türkiye’de biyografi alanında yazılan ilk eser: Biyografi Kitabı
Biyografi, kısaca hayat hikayesi… Biyografi, bir yanıyla edebiyat, diğer yanıyla tarihin içinde yer alıyor. Biyografinin tanımı, özellikleri, biyografi ve belge ilişkisi, biyografi yazımının süreçleri, tarihte ve günümüzde biyografi, biyografinin diğer alanlarla ilişkisi, biyografi kimlik ilişkisi eserin içindeki bazı bölüm başlıkları.
www.editörü Mahmut Çetin, bu eseriyle yıllardır süren biyografi yayıncılığının birikimini de okuyucularıyla paylaşıyor.
Eser Adı: Biyografi Kitabı
Yazar: Mahmut Çetin
Yayınevi: Biyografi Net
Cilt Bilgisi: Amerikan Bristol
Kağıt Bilgisi: Enso
Basım Tarihi: Ocak 2012
Basım Bilgisi: 1. Baskı
Sayfa Sayısı: 232
Kitap Boyutları: 13,5 x 19,5 cm.
ISBN No: 978-605-62521-6-7
Barkod No: 9786056252167
Etiket Fiyatı: 15:00 TL (KDV dahil)
HABER
Mahmut Çetin “Biyografi”yi anlattı
Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmala